GAZLI, GAZSIZ, BOYALI, BOYASIZ GAZOZ VE DİĞER MEŞRUBATLARDA ALKOL.
Hoşgeldiniz: Gıda Raporu - Yediklerimiz İçtiklerimiz Helal mi?
ANA SAYFAHELAL-HARAME KATKI MADDELERIZIYARETCI DEFTERI
URUNLERDE KATKI MADDELERIYENIDEN GIDA RAPORUSIK SORULAN SORULARNEDEN UYE OLMALIYIZ?


· Ana Sayfa
· En çok okunanlar
· Konular
· Makale Arşivi
· Site İçi Arama
· Sitemizi Tavsiye Edin
· İrtibat / Eleştirileriniz
· Ziyaretçi Defteri

RADYO GIMDES

Dergi Abonelik

Son Çıkan Kitaplarımız
Helal Lokma kitabı

EDITOR'DEN
  • Bu Site Niçin kuruldu?
  • G?da Raporu Kitab? Hakk?nda
  • Muhterem Ziyaretçilerimiz!
  • Üretici, ?thalatç?, Sat?c?, Kamu Yöneticisi ve Tüketicilerimize Duyurudur
  • G?da Günlü?ü Hizmetinizde
  • Domuz Tart??mas?
  • Okuyucu Sorular?na Cevab?m?z

  • Site İstastiği
    şu ana kadar
    66148036
    sayfa izlenimi aldık. Başlangıç: 01/02/2003

    Reklamlar

    Çocuk Egitimi

    Helâl Erleri

    YASAL UYARI

     

    GAZLI, GAZSIZ, BOYALI, BOYASIZ GAZOZ VE DİĞER MEŞRUBATLARDA ALKOL.


    Gönderen:huseyin Tarih: 18/02/2007 08:12
    GAZLI, GAZSIZ, BOYALI, BOYASIZ GAZOZ VE DİĞER MEŞRUBATLARDA ALKOL.
    mail:fatihtekmen@hot.....com
    mesaj:s.a sitenizde gördüğüm haberden sonra asitli içecek içmiyorum, canımın cekmesine rağmen aileme de içirmiyorum AMA HABERLER KESİLDİ BAZI ARKADAŞLAR İLK BAŞTAN BERİ İÇİYOR. BAZILARI İSE YENİ İÇMEYE BAŞLADI. Asitli mamül yani cola, gazoz ve fanta içelimmi? Içmeyin derseniz de bize kanıt verin herkeze söyleyelim içmeyin diye. Ama bazıları diyor sadece gazoz için geçerli kimi de boş reklam diyor.
    Millet içerken boş boş bakmaktansa bilinçli bakmak veya içmek istiyorum artık ne yapalım. sehir:Istanbul, tarih:15-02-07 17:14"

    Müslümanları bu şaşkınlığın içerisine düşürenleri Allah ıslah etsin. Biz GIDA RAPORU olarak, bu konuda ve diğer netameli konularda üzerimize düşeni yapmaya çalıştığımızı düşünüyoruz.

    Şu tesbiti kesin çerçeve içerisinde ve açık kalplilikle yapmak zorundayız ki, İslam ümmetine musallat olmuş iki çeşit düşman bulunmaktadır. Bunlardan biri Kapitalisti ile, sosyalisti ile, hıristiyanı ile, yahudisi ile, budisti ile, putperesti ile dünyaya egemen olmaya çalışan şer güçler ise; diğer düşman maalesef tohumları asırlar önce atılmış, ‘dinde ıslahat’ ‘dinde reform’ yaygarası peşinde bilerek veya bilmeyerek koşuşturan içimizdeki gafillerden oluşmaktadır. Bu düşmanlar ne yazıktır ki dışımızdaki şer güçlerin işlerini kolaylaştırmaktadırlar. Global dünyada yükselen değer olan İslam gücünü kırabilmek için askeri ve siyasi gücünü en acımasız, en zalimane şekilde uygularken; diğer yandan da İslam itikadını ve kendine dönme azmini zaafa uğratabilmek için içimizdeki gafilleri kullanarak ‘paralel müslümanlık’, ‘light İslam’, ‘ılımlı müslümanlık’ safsataları ile kendi inanç ve kültürlerinden oluşan modernitelerinden kopmaları önlemeye ve dayattıkları yaşam tarzına devam ettirmeye çalışmaktadırlar.

    Hayatın her safhasında tahrifat ve ifsad hareketinin bedbaht figüranlarını tv ekranlarında ve basılı medyada seyretmekteyiz. Evlilikte nikahı dini bağlardan kopartmaya çalışanlar, tesettürün önemini yoketmek için dini kullananlar, hadis ve sünnetten uzaklaştırmak için kitaptan ahkam uyduranlar, faizli alış verişlere izin verenler ve yediğimiz içtiğimiz gıdalarda, dayatılan moderniteye uymaya yönelik fetvalar verenler vazife başındalar.

    Otuz,kırk yıl önce üniversitelerde, bilhassa İlahiyat fakültelerinde ve Yüksek islam Enstitülerinde tezgah kurup sapık görüşlerine adam devşirenlere karşı o gününün himmet ve hamiyet sahibi Müslüman düşünür ve hoca efendilerimiz çeşitli imkanları devreye sokarak bu ceryanlarla mücadele etmeye çalışmışlardı. İşte o günler bu sapık görüşlere kapılanlar, bu gün çoğu akademik payeler kazanarak toplumu sapık bir din anlayışı ve yaşantısı içinde tutmaya çalışmakta,İslam düşmanı dış güçlere inanılmaz hizmetler yapmaktadırlar. İslam düşmanı görsel ve yazılı medya yöneticileri seve seve, mütedeyyin müslümanlara hitabeden görsel ve yazılı medyanın gafil yöneticileri de bilmeden bu şahısları baş tacı yapmaktadırlar. Tam bu noktada, gaflette olan insanlarımıza bir nebze uyarı vazifesi görür ümidi ile, Ahmed Davutoğlu Hocamızın bundan tam 30 yıl önce kaleme aldığı ve büyük bir alaka uyandırdığı için pek çok baskısı yapılmış olan “Dini Tamir Davasında, DİN TAHRİPÇİLERİ” isimli kitabının 3.cü baskısının ön sözünden alıntıladığımız metni aşağıya alıyoruz:

    “İki zümre var ki, bunlar İslamda reform istiyorlar. Birinci zümre: Dinsiz olup, din ile alay etmek, onu Nasreddin Hoca merhumun kuşuna benzetmek isterler. Onlara göre Kuran ı Kerim’in birçok ayetlerini atarak yerlerine insan sözlerinden vecizeler koymalı ve bunlar namazlarda okunmalı, camileri gazinolara, dans salonlarına benzetmelidir... Benim bunlarla işim yoktur. Çünkü kendilerine lazım gelen cevaplar birçok zevat tarafından verilmiştir.
    İkinci zümre: Dinlidir. Bunlar müslümanlığı yenileştirmek, daha açık bir tabirle Avrupalılaştırmak ve bu yoldan müslümanları kalkındırmak(!) sevdasındadırlar. Fakat kaş yapayım derken göz çıkarmışlardır...
    Bu mukaddimeden sonra artık kitabımın üçüncü baskısında gençlerimize yolunu şaşırtan önderlerini açıklamaya mecburum. Bu kahraman ‘.........’ dır. Şimdiye kadar ümitle bekleyerek ismini vermemiştim. Artık ondan ıslah olma ümidini kestim. Çünkü tecrübesini yaptım. Onun kim olduğunu ancak şimdi anlamış bulunuyorum”

    Aynı kitaba bir ön söz yazmış olan merhum Necip Fasıl üstadımız ise çok çarpıcı şu ifadeleri kullanmış: “Reformcular ismi altında topladığımız 7-8 asır öncesindeki kuru ve nasipsiz akıl borazanına mizaçları dayalı bir grup, birkaç asır sonra nihayet Cemaleddin Afgani, Mısırlı Şeyh Abduh ve peşlerindekilerden bir bölük halinde öyle bir anlayış veya anlayışsızlık bataklığına uğramışlardır ki, İslamı, çökmek üzere olan bir binaya yapıldığı gibi, dışından payandalar ve kalaslarla tutmayı marifet bilmiş, böylece ruhlarındaki gizli şüpheyi ve İslama güvensizlik duygusunu açığa vurmuşlardır.
    Halbuki İslam, dışından payandalar ve kalaslarla yıkılmaktan korunacak bir bina değil, Allah’ın ezeli ve ebedi yapısı olarak, asırlar boyunca üzerine kondurulan küf, pas, pürüz ve lekelerden temizlenip, olduğu gibi, bütün asliyet ve saffetiyle meydana çıkarılması lazım, sonsuzluk sarayı....”

    Yine aynı kitapta, ülkemizdeki ‘İslami Hareket’in önemli dinamiklerinden biri olmuş muhterem Mehmet Şevket Eygi bey ‘Mezhepsizlik Fitnesi’ başlığı altında şu ifadelere yer vermiş: “Miladi yirminci asrın şu yıllarında İslam dünyası çok perişan ve yaralı vaziyettedir. İslam ümmetti paramparça olmuş, İslam dünyası irili ufaklı bir yığın devlete ayrılmış, tabir caizse balkanlaşmıştır....
    Buhran sadece siyasi değildir. Buhran aynı zamanda dini, içtimai, kültürel ve iktisadidir. Müslümanlar arasında iman zaafı başgöstermiştir. İslam ilimleri kayb olmağa yüz tutmuştur. İslami prensiplerden uzaklaşma almış yürümüş, taklid zihniyeti her yeri sarmıştır. Sünnetler terk edilmiş, bid’atlar zehirli otlar gibi yayılmıştır.
    Böyle karanlık bir devirde, İslam dünyası her şeyden fazla manevi birliğe muhtaçtır. Bu birlik ise İslam dininin ana prensiplerine sarılmakla temin edilebilir. Yıkılan birçok şeyler tekrar elde edilebilir. Yeter ki İslam imanı, İslam dindarlığı muhafaza edilsin.”

    İşte bu sapık din bezirganları, Necip Fazıl Üstadın “İslamı, çökmek üzere olan bir binaya yapıldığı gibi, dışından payandalar ve kalaslarla tutmayı marifet bilmiş, böylece ruhlarındaki gizli şüpheyi ve İslama güvensizlik duygusunu açığa vurmuşlardır.” dediği bu zavallı insanlar İslamı, gavurun modernitesine teslim etmeye zorlayan fetvalar vermeye devam etmektedirler.

    Şu fetvalara bakarmısınız:

    Gayri müslimlerin kendi inanç ve dünya görüşlerine uygun olarak geliştirip, kurup çalıştırdıkları tavuk kesim tesislerini satın alarak, hiçbir dini endişe duymadan müslümanlara aynı usülle kesilmiş tavuk sunmaya yeltenen müslüman patronlara cevaz vermek için “avcının bir atışda birden fazla av hayvanı vurmasının helalliğine benzeterek bu kesim şekline meşruiyet kazandırılmak istenmesi cahilliğin bir acziyeti değilse sinsi bir ihanet taşımaz mı? İslamı, gavurun bu modernitesine teslim etmek değil mi? Halbuki bu teknolojik gelişmede de İslamın bir uygulanabilirliği bulunmalıdır. Nitekim biz İstanbulda aynı metodla çalışan bir kesim tesisinde kasap işçilerin elle kesimi ile hız düşürülmeden tesisin çalıştırılabildiğine şahit olduk. Dört mezhebe göre makinalı kesimin meşruiyetini sorgulayan yazımız ise sitemizde Makina ile Kesim linkinde yayındadır. Elle Kesim konusunda Kanadada benzer tartışmaları gösteren aşağıda verdiğimiz videoyu seyrederek samimi ulemanın nasıl İslama yakışır çözümleri uygulamaya soktuklarına şahit olun.



    Aynı teknoloji ile elle kesim tesisini kurmuş olan imama spiker soruyor. “Bu usülle, makinalı kesime rekabet edebilirmisiniz?”. Cevap: “giyotin yerinde, 3 kasap yerine 5-6 kasap konursa makinalı kesimle rahatça rekabet edebiliriz.” Olay bu kadar basitken giyotinli kesime cevaz bulacağım diye avcının vurduğu hayvanlardan fetva çıkarmaya uğraşmanın maksadı ne olabilir ki?

    İki kardeş çalışmak için Fillandiyaya giderler. Orda pizza ve döner dükkanı açarlar. Gel görki gavurlar domuz etsiz pizzayı yemiyorlar. Müslümanların yemesi de yetmiyor. Hemen fetva hazır. Zaruret sebebi ile her Allahın günü Allahın necis ve haram dediği domuz eti ile bu gavurcuklara pizza yapabilirsiniz. Bir Müslümanı ebediyen zillet içinde yaşatmak için bundan daha etkili bir fetva olabilirmiydi acaba?

    Bu yazımıza vesile olan “gazlı, gazsız, renkli, renksiz gazoz ve meyve suları, kefir ve bozadaki alkol” konusuna gelince sitemizde bu konularda uzun uzun durulmuştu. Ancak gavurun modernitesine İslamı mahkum etmeye uğraşan modern fetvacıların kafa bulandırma numaralarının devam ettiği, bize gelen ve bir tanesini yazımızın başına koyduğumuz, bazı maillerden anlaşılmaktadır. Bu konuda, son olarak bizim gibi düşünen bir hocamızın delil ve muteber kaynaklara dayalı olarak hazırlamış olduğu metni yayınlayarak Müslüman kardeşlerimizi akl ı selime, sağ duyuya ve İslamın şeref ve haysiyetine yakışır tarzda bize dayatılmak istenen gavurun modernitesine karşı koymaya davet ediyoruz. Bugünkü şartlarda daima, bize sunulan fetvaların dinimiz için daha emniyetli olacak ihtiyat tarafını seçmeye çalışmamızda hayır var diyoruz.

    Hüseyin Avnî hocamızın bize gönderdiği ve konunun fıkhi boyutunu açıklayan yazısını altta sunuyoruz.
    Besmele, hamdele, salat ve selam…
    Bundan sonra…
    Vehb b. Münebbih’in rivâyetine göre, Abdullah İbn-i Abbas, Ashâb’ı anlatırken, onların, dînî hususlarda zor konuştuklarını, hatta konuşamadıklarını, ama bunun, onların dilsiz olduk larından yahud konuşmayı bilmediklerinden ve bilgisizliklerinden olmadığını, aksine onların belâğet ve fesâhatta ileri seviyelerde olduklarını, ancak bunun Allah korkusuna sahip olduk larından kaynaklandığını, söyler
    Günümüzdeki yiğit müctehidlerde ise akıl almaz bir cür’et ve anlaşılmaz bir cesâret var. Her meseleye hazır fason cevabları stokta beklemektedir. İmâm Mâlik gibi dağlar misâli büyük müctehidler, yirmi iki süâlden ikisine cevâb verebilirlerken mâşaellâh “yeni müctehidler”imiz bir süâle yirmi küsür cevâb verebilmektedirler.
    Abdü’l Ğenî en-Nablûsî, “Îzâhu’d-Delâlât” isimli risâlesinde, büyük fakîh ve usûlcü İbn-i Nüceym’den, O da, bir başka âlimden naklederek şöyle diyor:
    “Meseleleri hakîkati üzere anlamak iki temel esâsı bilmeye muhtâctır:
    Birincisi:
    Fakîhlerın bir şeyi mutlak ifâde edib kayıdlandırmaması, çoğu kez, doğru anlayış sâhibi ve usûl ile furûa (usûlden çıkarılan hükümlere) mumâresesi (alışıkanlığı) olan kimselerin anlayacağı kayıdlarla kayıdlıdır. Bunları açıklamamaları, ancak, mutehassis tâlibin/ilim araya nın doğru anlamasına olan i’timâdlarındandır
    İkincisi:
    Bu meseleler, manaları anlaşılabilen ictihadla alakalı meselelerdir. Onlardaki hükmü, tam olarak bilmek, ancak, üzerlerinde kuruldukları ve kendisinden çıkmış oldukları hükmü bilme ğe bağlıdır. Aksihalde, talibe, meseleler karışacak ve onlardaki yönü ve esâsı bilmemekten do layı, zihni onlarda hayrete düşecektir. Kim, anlattığımız şu iki noktayı ihmâl ederse, hataya ve yanlışa düşer.”
    “Mâcin Müftî”, yani her meselede ruhsatları arayıp bulmayı huy haline getiren, “her bir mezhebden mubahları alıp tam bir fâsık olan” kimse Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Muhammed’e göre “sefih” (câhil ve beyinsiz) olduğundan hacredilir (fetvâ vermekten men edilir.) Ya bunların ötesine geçen, yani “ ruhsat avcılığı”nı aşıp, cesâret ve cehâleti “hıyânet”e inkılâb edenlere, sözü edilen imamlarımız ne derlerdi? Bunu merak bile etmiyorum. Zîrâ, cevab besbelli….
    Meselemize gelecek olursak….
    İçinde alkol katılan gazoz türünden içecekler helâl midir?
    ........... Bey’in, şu hususla alâkalı olarak neşrettiği “Gazlı İçecekler” başlıklı makalesindeki yazdıklarından bir kısmı:
    (Bir:) “Dince pis olan nesne az suya veya az sıvı maddeye karış tığı zaman su ve sıvı pis olur; içilmez ve onunla dini temizlik yapılmaz. Çok suya pislik karıştığı zaman ise suyun rengi, tadı ve kokusundan biri, katışan pislik belli olacak şekilde değişmedikçe su pis olmaz. Çok su Hanefilere göre yeri köşeli ise yüzeyi 10x10 arşın, yuvarlak ise 36 arşın, derinliği ise bir karışa yakın yerdeki sudur. Arşın yaklaşık iki karıştır. Şafiîlere göre iki kulledir (büyücek küp. İki kule su yaklaşık 200 kg. sudur), İmam Malik’e göre ise az su, içine düşen pisliğin rengi, tadı veya kokusu belli olan sudur, belli olmayan su ise çok sudur. Buradaki ölçülere göre, çok sayılan suya mesela sidik veya şarap karışsa o su pis olmaz, onunla abdest alınır ve o su –sağlığa zararı yoksa- içilebilir”.
    (İki:)“ ‘Çoğu sarhoş eden içeceğin azı da haramdır’ kuralına göre de baktığımızda, piyasadaki gazoz ve kolaların içilebilecek çok mikdârı sarhoş etmediğine göre bu bakımdan da bir sakıncası yoktur”.
    (Üç:) “….Şarap sirke olunca…. temizlenmiş olur”.
    (Dört:) “Bütün fıkıhçılara göre az olan haram belli miktarda çok olan helale katıldığında karışım haram olmaz. Peki buradaki çok ne kadardır?...”
    Diyoruz ki,
    “Gazoz nevinden içeceklerin, içlerine alkol bile atılsa haram olmayacakları”nı müctehidimiz yukarıdaki ifâdelerinden de anlaşılacağı üzere, birkaç matvî (mukaddime leri/öncülleri ve netîcesi dürülen ve kısaltılan) kıyasla isbât (!) ediyor.
    Daha açığı, meseleyi,
    “Necaset düşen suların, ‘büyük su’ olmaları halinde, pis hale gelmeyeceği”, “Çoğu sarhoş edenin azının da haram olacağı”, dolayısıyla “çoğu sarhoş etmeyenin azı ve ço ğunun haram olmayacağı” , “Şarabın içine tuz atılmak gibi kimyevi istihalelerle sirke leşeceği”ne ve “Az olan haram, belli miktarda çok olan helâle katıldığında, karışımın haram olmayacağı” hükümlerine kıyas ederek ictihâd ediyorlar…
    Bu “kıyas”larının ve “ictihad”larının tamâmı, bir çok cihetten bâtıldır ve cehâlet mahsûlü dür. Her birini ayrı ayrı ele alalım:
    Birincisi Kıyâs:
    Gazoz ve alkol karıştırılan diğer meşrubatların, içine pis bir madde düşen “büyük su ”ya kıyas edilmesi doğru değildir. Zira,
    “Suların pis olmak husûsu”ndaki hükmü “kolaylık” esası üzerine kurulmuştur. Çünki kıyas, su “küçük” de olsa “büyük” de olsa içine necaset düşmekle pis olacağını îcâb ettirir . Şu kadar var ki, ‘necaset hükmü’ bir takım sulardan düşürülmüştür”.
    Hasılı, suların temizlikte kullanılması “zarûret” veya onun yerine geçecek “hacet” Tâtârhâniyye Müellifi(Ö:786) şöyle diyor:
    “Bunda (büyük suların necâsetle pıs hâle gelmeyeceğinde) belvâ’nın (belâ ve zahmetin-Ahterî) herkesi içine aldığından dolayı genişlik getirdiler.”
    Bu “suların temizliği hususunun kıyasa ters olarak vâkı’ olduğu”nu daha önce, Ebû Alî eş-Şâşî (Ö:344), “Usûlü’ş-Şâşî” ismiyle anılan kitabında açıkça ifade etmiş ve şöyle demiştir:
    “ ‘Kulleteyn hadîsi’ sâbit ise, başka bir şey ona kıyâs edilmez. Zîrâ o, kıyasa terstir.”
    İlim erbâbı da bilir ki,
    “Kıyasa ters olarak vaki olan şeye başka bir şey kıyas edilmez”
    İbn-i Abidin’de bir çok yerde bu ruhsatların “zarûret” esasına da yandığı zikredilmiştir.
    İbn-i Âbidîn, şöyle diyor:
    “Dürer’de şöyle denmektedir:
    O (domuz kılı), İmâm Muhammed’e göre ayakkabıcılar için kullanılma zarûreti bulundu ğundan temizdir.
    Allâme Makdîsî şöyle demiştir;
    Zamanımızda (insanlar veya meslek erbâbı)) ona ihtiyaç duymamaktadırlar. Yani, artık, kullanılması câiz değildir. Çünki, temiz olması hükmüne sebep olan zarûret kalmamıştır. Nûh efendi.”
    Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, sularda olan temizlikteki esas “zarûret”tir. Bu genişlik olmasaydı abdest, ğusül, elbiselerin yıkanması ve yerlerin temizlenmesi, -bilhassa suyun zor bulunduğu sıcak memleketlerde- neredeyse imkânsız hale gelecek, hayat yaşanamaz olacaktı. Hâlbuki bu, sözü edilen meşrubatlarda yoktur. Sözün kısası, alkollü meşrubatların büyük sulara kıyas edilmesi, yani,
    “İçine pis bir şey düşen her büyük su, tadı rengi kokusu değişmedikçe temizdir”
    “Meşrubatlardaki alkoller de büyük suya atılmış necasetlerdir”
    “Öyleyse içine alkol atılan büyük tankerlerde yapılan meşrûbâtlar da temizdir” şeklin de bir kıyas yapılması batıldır. Çünki, büyük suların hükmü “alâ hilâfi’l kıyâs” ( kıyasa ters olarak ) vâkı’ olan bir hükümdür. “Gazoz içmenin meşrû’ olub olmadığı” gibi bir başka şey ona kıyas edilmez.
    Nitekim, Müctehidimiz(!) de bir başka husûs münasebetiyle parantez arasında şöyle demektedir:
    “Burada dikkat edilmesi gereken husus dini temizliğin kimyevi (fiziki demek istiyor) temizlik olmadığı ve dinin, kolaylığı tercih ettiğidir”.
    Bu ifâdesinden anlaşılıyor ki, şu suların temizliği ve bir takım dînî temizlikler, “fiziki olmayan”, yani başka bir tabirle, “kıyasa ters olan” dînî temizliklerdir.
    Gazoz içmekte, ne “zarûret”, ne de onun yerine geçebilecek “hâcet” yoktur. Hatta, denilebilir ki,“sıhhate zarar vermesi” bakımından “yasaklık” bile vardır.
    Meselenin, Hanefî Mezhebi zaviyesinden kısa tahlili böyledir.
    Şafiîler de şöyle demektedirler:
    Bulkînî şöyle dedi:
    “Şerîatte ‘kulleteyn’in göz önünde bulundurulması, ancak, taharet/ temizlik mevzûunda, bir de zayıf bir yol üzere ‘emme’de, süt suya karıştığındadır. Eğer süt, iki kulle suya karışırsa emme haramlığı olmaz. Aksi takdirde (iki kulle’den az suya karışırsa) emme haramlığı sabit olur ”. Hâsılı,
    Su “iki büyücek küp”ten yarım litre veya bir litre noksan olsa, içine, (Şafiilere göre belli bir mikdârda ) süt karıştırılırsa, suyun, ne rengi, ne tadı, ne de kokusu değişmez, ama, gene de haram sabit olur. Kaldı ki, onlar katında sahih olan görüşe göre, “iki kulle ve daha çok da olsa haramlık sabit olur”. Yani “suların temiz oluşu ve onlarla temizlik yapılmasının caiz oluşu” ayrı, “bu sulara haram nesne karıştırıldığında onların içilmesinin artık helal olması” ayrı. Beş büyük küpe yarım bardak şarab veya rakı, yahut votka karıştırılırsa, ne rengi ne tadı ne de kokusu değişmez. Öyleyse, artık onu o suyla içmek helal mı olur? Sübhânellah!.. Ne endâzesiz sözler!...
    İkincisi Kıyâs:
    “Çoğu sarhoş edenin azı da haramdır ” yani “Çoğu sarhoş etmeyenin azı ve çoğu haram değildir ”
    “Gazozların çoğu sarhoş etmez ”
    “Öyleyse gazozların azı da çoğu da haram değil ”
    Bu kıyas da batıldır. Çünki bu kıyasın birinci mukaddimesi olan kaide ve hüküm “mustakil olduğu” haldedir. Öyle olmasaydı,
    “Çoğu sarhoş etmeyenin azı da çoğu da haram değildir”,
    “İçine bir bardak veya bir şişe şarap yahud rakı katılan bir küp suyu içen sarhoş olmaz” .
    “Öyleyse, bu küpten içmek de haram değildir, helaldir” dememiz lâzım gelecekti.
    Keza,
    “İçine beş şişe veya on şişe rakı katılan bir ‘büyük havuz’dan ‘biraz küçük’ bir suyun tamamını veya içinden bir tas suyu içmek kişiyi sarhoş etmez.”,“Öyleyse o suyun içinde o rakıyı içmek helal olur” mu diyeceksiniz? Bu nasıl bir muhâkeme?!...
    Yani ne denilmek isteniyor? “Rakının ve şarabın susuz olanı haram ama sulu olanı helal”, öyle mi? Rakıyı suyla karıştırarak içenler acaba bu “fetvâ” (!) ile mi amel ediyorlar, ne dersiniz? Böylesi bir “sululuk” da doğrusu çok fazla…
    Üçüncüsü Kıyâs:
    “Bir şarabın içine tuz atılır ve sirke haline gelirse haramken helal olur”
    “Gazoz gibi içeceklerde dahi alkol değişir, sirke olur”
    “Öyleyse gazozlar içine atılan alkol haramlıktan çıkar, helal olur”.
    Bu kıyas da batıldır.
    Hanefîlere göre, şarabın, belli usullerle sirke olması mümkin ise de, diğer alkollerde bu geçerli değildir. Zira sirke, üzüm ve benzeri meyve sularından olur. Kaldı ki, alkolün alkollükten çıkarılması “gazlı meşrûbât”çıların işine yaramaz. Onlara alkol lâzım, alkol…
    Dördüncüsü Kıyâs:
    “Bütün fıkıhçılara göre az olan haram belli miktarda çok olan helale katıldığında karışım haram olmaz”
    “Gazozlara katılan haram alkol, katıldığı sudan daha azdır”
    “Öyleyse su ile alkol karışımı haram değildir”
    Bu kıyas da batıldır ve birinci mukaddimesi icmâî (âlimlerin söz birliği ettiği) bir hüküm değildir. Çünki,
    Bir: Bu hüküm, haram maddenin diğer helâl maddelere hükmen şâyi/ yaygın olmaması kaydına bağlıdır. Yani, eğer “haram madde helal unsura hükmen sirâyet etmiyorsa, her tarafına yayılmıyorsa” takdîrindedir. Bir adamın helal kazancı çok haram kazancı az olsa, helal kısmı helal, haram kısmı da haram kalır. Mânen pis olan haram şeyler, temiz olan helallere hükmen, karışmış olmaz. Siz, helal kısmını niyet ederek onun malından yiyebilirsiniz. Öyle olmasaydı, bir küp şarabı beş küple, hatta bir buçuk küp temiz suyla karıştırırsanız helal olması icab edecekti. Hatta bir bardak rakıyı iki bardak temiz suya katsanız bu helal olacaktı. Burada maddî pislik ile manevî pislik karıştırılıyor. Ortada, fârık’a rağmen bâtıl bir kıyas var.
    Öte yanda, “büyük su”yun necis/pis maddeyle “necis” olmaması “bir ucundan diğer ucuna ulaşmaması” takdirine bağlı idi. Ulaştığı farzedilirse, “küçük su” oluyordu ve pisleniyordu. Nitekim, İbn-i Hümâm’ın talebesi
    Kâsim b. Kutlubuğâ şöyle dedi:
    “Suyun ‘çok' oluşu necâsetin diğer tarafa ulaşmaması esasına dayanmaktadır.”
    Şu ifadeden anlaşılmaktadır ki, sular karıştırılınca, onların tahareti meselesi bile şu hükmün tamamen dışındadır.
    İki: Malın haram olan faizi, bazı fıkıhçılara göre helal kısmını da haram yapar.
    Bu içeceklerin satın alınması ve kullanılması, iç ve dış “İslâm düşmanları”nın veya on ların “yerli işbirlikçileri”nin ve “yerli ortakları”nın, yâhud onların “müctehid danışman ları”nın kasaları ve keselerinin doldurulması, işin başka bir tarafı ve ayrı bir cinâyet…
    Hem, şu bâtıl kıyaslara mesned yapılan meseleler, “muteber bir eser” olan “İbn-i Âbi dîn”de ve “sâir mu’teberât”ın hiç birisinde bulunmasaydı, hatta, şunların hepsinde “câiz olmadığı” açık bir şekilde yer alsaydı, “alkollü de olsa gazozlar câizdir” şeklinde fetvâ verilmeyecek miydi? Elbette verilecekti. “Zarûret maymuncuğu” ne güne duruyor? “Kadınlarla tokalaşmak”, “resim”, “heykel”, mekteblerde okumak için “kızların başını açmaları” ve benzeri onlarca mesele için, bütün “mu’teber ve gayri mu’teber” fıkıh kitablarında söz birliği ile “haramdır” denilmesine rağmen, bunların “mubahlığı”na fetvâ verebilirlenler, “alkol karıştırılan gazlı içeceklerin haram olmadığı”na fetvâ verirlerken şu “mu’teber” eserlere dayandığını söylemelerinde ne kadar samîmîdirler? Bunu, ehl-i insâf olan ilim ve idrâk sâhiblerinin takdîrlerine bırakıyorum. Evet, kalbleri bilemeyiz ve “ilim” mertebesinde niyetlere muttali olamayız. Tamam,“berâet-i zimmet asıldır.” Lâkin, bu küllî veya ğâlibî kâide, “sû-i zann” meselesine de teşmîl edilecekse, sâbıkalı ve müttehem/töhmetli olmayan kimseler içindir. Sabıkalılarda asıl olan “suçsuzluk” değildir. Aksine, ne tam “suçluluk”, ne de “suçsuz luk” olmayıp “ihtiyât”dır. Binâenaleyh birileri her zaman olduğu gibi, yerli yersiz şu kâideyi de hevâsı için kullanmaya kalkışmasın…
    Allah rızası için, sığ ve ihatasız ilmimiz, kör eden hevâmız ve yeterli olmayan idrâkimiz ile İslâm’ın ve Müslümanların idârî sâhibsizliğinden istifâde ederek dînî meselelerde “ictihâda” kalkıp dîn ile oynamayalım. Dünyâda, Mevlâ teâla tarafından cezâlandırılmayışımız veya kulları eliyle henüz cezalandırılamayışımız bizi şaşırtmasın. Akıllı ve İnsaflı olalım da haddimizi bilelim. İllâ bir şeylerle oynayacaksak, başka bir şeyle oynayalım. Ama bu, dinimiz olmasın. İyi bilelim ki, bu din, sadece bizim değildir. Bütün müminlerindir. Kendinize âid ve hâs olan eşyâ ve nesnelerle meşrû’ dâirede istediğiniz kadar oynayabilirsiniz. Ama benim dinimle oynamayın!...
    Ve sallallahu teâlâ aleyhi ve selleme teslîmen ve’l-hamdü li’llâhi Rebbi’l-âlemîn

    30/10/2006
    Hüseyin Avnî
    İZMİR

    [1] Ebû Nüaym, Hilyetü’l-Evliyâ: 1/ 400, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1418
    [2] Kevserî, Makâlât: 539
    [3] Sh:3
    [4] Kuhustânî, Câmiu’r-Rumûz:3/327, Mektebe-i İslâmiyye Kümbed Kapusı, Îrân-1981
    [5] Bedruddîn el-Aynî, Şerh-i Kenz: 2/313, İdâretü’l-Kurân-Karaçi-Pâkistân, 2004
    [6] İbn Âbidîn, 1984 kahraman yayınları, c,l, s, 185, 188.
    [7] Aynı makâle
    [8] Aynı makâle, aynı eserden: 316
    [9] Aynı makâle
    [10] Ekmelüddîn el-Bâbertî, el-İnâye, Fethu’l-Kadîr kenarı: 1/55. El-Matbaatü’l-Kübrâ, Bulak -Mısır: 1305
    [11] Hidâye, Fethu’l-Kadîr:1/55 (metin)
    [12] Allâme Âlim b. Alâ el- Ensârî ed- Dihlevî, Fetâvâ –i Tâtârhâniyye:1/171, İdâretü’l-Kur’ân, Karaçi –Pâkistân, 2. baskı, 1996
    [13] Ebû Alî eş-Şâşî, Usûlü’ş-Şâşî:86 Mektebe-i İmdâdiyye- Mültân-Pâkistân
    [14] Mecâmiu’l-Hakâık, şerhi Menâfiu’d-Dekâik ile:331, M. Âmire. 1307, Mecelle, küllî kâideler, 15. madde
    [15] Meselâ, 1/186-187. sayfalara bakınız.
    [16] İbn-i Abidîn: 1/190. Matbaa-i Âmire, 1307-Istanbul
    [17] Suyûtî, El-Eşbâh ve’n-Nezâir: 304 . Matbaatu Mustafa Muhammed- Mısır. Târihsiz.
    [18] İbn-i Abidin: 1/179
    [19] İmâm Rabbânî, Mektûbât:1/108, 102. mektûb, bazı fıkıh kitablarından naklen. Mektûb yazdığı şahsa Câmiu’r-Rumûz’u bu maksadla gönderdiğini söylüyor.
    [20] Efendimiz sallalahu aleyhi ve sellem şoyle buyurdular:
    “Sû-i zann ile kendinizi insanlardan koruyunuz”.
    Taberânî, el-Evsat, İbn-i Adiyy, Askerî, Enes b. Mâlik’ ten.
    İmâm Süyütî, el-Câmiu’s-Sağîr’inde şu rivâyetin “zayıf” olduğunu söylediyse de aşağıda da ifâde edileceği üzere el-Câmiu’l-Kebîr’inde “hasen” olduğunu söylemiştir.
    Allâme Hifnî Şöyle diyor:
    “İşlerini, “doğru olmama”ya yormakla, aralarına girmekten sakınınız. Buna , ‘sû-i zann’dan kaçınınız’ hadîsi zıt değildir. Zîrâ o (“sû-i zandan kaçınınız”, hadîsi), günah işlemeye cüreti bilinmeyen ve günahlarla ta’n edilmeyen/kınanmayan kimseler, şu hadîs (“sû-i zanla insanlardan korununuz” hadîsi) ise günahlara cüretli ve onlarla töhmetli olanlar hakkındadır. (Hifnî, Azîzî Hamişi:1/59, Matbaatü’l-Âmire-Mısır, 1304).
    Ahmed b. Muhammed b.Sıddîk el-Ğumârî şöyle diyor:
    Câmiu’s-Sağîr Şârihi Münâvî büyük şerhi Feyzü’l-Kadîr’de, şöyle söyledi: “Heysemî, ‘Bakıyye bu rivâyeti yapmakta yalnız kaldı. Halbuki O müdellisdir. Kalan râvîleri de sağlam kimselerdir’, dedi”. Müellif Süyûtî Câmi u’l-Kebîr’ de bu rivâyet “hasen’dir” dedi ama bu doğru değildir.
    İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî’de, şöyle dedi:
    “Bu hadîsi Taberânî el- Evsat’de Enes’den rivâyet etmiştir. Ve bu Bakıyye’nin Muâviye b. Yahyâ’dan, an ’ane ile yaptığı bir rivâyetle gelmiştir ki O (Yahyâ) zayif bir râvîdir. Şu halde hadîsin iki illeti vardır. Rivâyet Muttarif’in sözü olarak sahîh bir şekilde gelmiştir ki onu, Müsedded rivâyet etmiştir.”
    Derim ki (Ğumârî); Bu rivâyet Enes’den bir başka yolla da gelmiştir ve onu Temmâm, Fevâid’inde İbrâ hîm b. Tahmân, Ebân b. Ayyâş’dan, O da Enes’den rivâyet etmiştir. Böylece hadis Bakıyye ve Yahyâ (isimli iki zayıf râvî)den kurtarılmış oldu.
    (Şu halde, imâm Süyûtî’nin “hasendir” hükmüne i’tirâzın bir ma’nası kalmıyor. Zîrâ rivâyetin zayıf olan şu iki râvî bulunmayan başka bir yolla da gelmesi ve tarîklerin birden fazla olması bunu îcâb ettirir. Üstelik Haz ret-i Ömer’in ve Hasen-i Basrînin sözü olması da rivâyeti kuvvetlendiriyor. H.A.)
    (Bu söz) Muttarif’in sözü olarak Ahmed b. Hanbel tarafından “ez-Zühd”de (sh:6, md.1356) ve Beyhakî, tarafından “Sünen”de (1/129) rivâyet edildi. Beyhekî, “bu söz Enes’den merfû’ olarak da rivâyet edilmiştir, bunun gibilerden sakınmak uyulagelen sünnetlerdendir” dedi. Bu söz, İbn-i Sa’d tarafından Hasen-i Basrî’ nin sözü olarak da rivâyet edilmiştir. Hatta Hattâbî’nin “el- Uzlet” isimli eserinde Hazreti Ömer’in sözü olarak bile rivâyet edilmiştir. (Gumârî, el-Müdâvî:1/212-213, Dârü’l-Kütübî, kısaltarak


     
    Haber Puanlama
    Ortalama Puan: 4.79
    Toplam Oy: 34


    Lütfen bu haberi puanlamak için bir saniyenizi ayırın:

    Kötü
    İdare Eder
    İyi
    Çok İyi
    Mükemmel



    Seçenekler
    Bu Haberi Arkadaşına Gönder  Bu Haberi Arkadaşına Gönder

    

    Gıda Raporu 2003-2017
    1024x768 Ekran Çözünürlüğünde Tasarlanmıştır
    RSS
    Her Hakkı Saklıdır İzinsiz Alıntı Yapılamaz.