TIP DOSYASI
Hoşgeldiniz: Gıda Raporu - Yediklerimiz İçtiklerimiz Helal mi?
ANA SAYFAHELAL-HARAME KATKI MADDELERIZIYARETCI DEFTERI
URUNLERDE KATKI MADDELERIYENIDEN GIDA RAPORUSIK SORULAN SORULARNEDEN UYE OLMALIYIZ?


· Ana Sayfa
· En çok okunanlar
· Konular
· Makale Arşivi
· Site İçi Arama
· Sitemizi Tavsiye Edin
· İrtibat / Eleştirileriniz
· Ziyaretçi Defteri

RADYO GIMDES

Dergi Abonelik

Son Çıkan Kitaplarımız
Helal Lokma kitabı

EDITOR'DEN
  • Bu Site Niçin kuruldu?
  • G?da Raporu Kitab? Hakk?nda
  • Muhterem Ziyaretçilerimiz!
  • Üretici, ?thalatç?, Sat?c?, Kamu Yöneticisi ve Tüketicilerimize Duyurudur
  • G?da Günlü?ü Hizmetinizde
  • Domuz Tart??mas?
  • Okuyucu Sorular?na Cevab?m?z

  • Site İstastiği
    şu ana kadar
    66733158
    sayfa izlenimi aldık. Başlangıç: 01/02/2003

    Reklamlar

    Çocuk Egitimi

    Helâl Erleri

    YASAL UYARI

     

    TIP DOSYASI


    Gönderen:huseyin Tarih: 24/10/2006 16:46
    TIP DOSYASI
    “Daha Çok İlaç Satmak İçin Hastalıklar İcat Edelim”
    HASTANELER VE İLAÇ FİRMALARI
    ÖZEL HASTANELERE DİKKAT!!!
    (BİLHASSA YABANCI SERMAYELİ ÖZEL HASTANELERE DİKKAT!!!)
    Dr.HÜseyin Kâmi BÜYÜKÖZER

    “Şimdilerde en büyük ilaç firmalarının pazarlama stratejileri saldırgan bir tarzda sağlıklı insanları hedef alıyor. Günlük yaşamın tüm iniş-çıkışları artık tedaviye muhtaç psikolojik bozukluk kategorisine dahil ediliyor. Sıradan şikayetler acil müdahale gerektiren korkunç hastalıklar olarak sunuluyor ve giderek daha çok insan hasta kategorisine dahil ediliyor. Bu gün finansal portesi 500 milyar dolara varan ilaç endüstrisi en temel duygularımızı, sıradan psikolojik sıkıntılarımızı, ölümü, vb. sömürüyor. Sonuç itibariyle de insan tanımını değiştiriyor. Artık dev ilaç firmaları mümkün olduğu durumlarda insanların hayatını kurtarmak ve acılarını dindirmekle kendilerini sınırlamıyorlar. Sadece ihtiyaç sahiplerine ilaç satmakla yetinmiyorlar. Herhangi birsağlık sorunu olmayan birine “sen hastasın” demek çok iyi kazandırıyor.”


    01.02.2003 gününden beri, GIDA RAPORU Sitemizdeki yayınlarımızla öncelikle kendi ülkelerinde bile dışlanmaya, yok farzedilmeye çalışılan MÜSLÜMAN TÜKETİCİLERİMİZE GIDA, İLAÇ ve KOZMETİK ürünlerde bilinmeyen, ya da üreticiler tarafından açıklanmayan sağlık ve dini inançlarını yakından ilgilendiren bilgileri vermeye çalışıyoruz. Doğru bir iş yaptığımızı ziyaretçilerimizden hergün aldığımız takdir dolu, teşekkür dolu, dua dolu mesajlarından anlıyoruz. Bu da bizi daha sorumlu ve daha dikkatli olmaya sevkediyor.

    Bugün sizlere sunduğumuz TIP DOSYASI ile Küresel ilaç Mafiyasının iç yüzünü ,çalışma metodlarını, sektördeki işbirlikçilerini ve bu mafiyanın ağına düşmemek için nasıl korunmamız gerektiğini ortaya koymaya çalışacağız.

    Bu konuda iyiniyetinden şüphe etmediğimiz, inançlı bir kardeşimiz olarak sevdiğimiz ve takdir ettiğimiz Sağlık Bakanımız’dan

    1.İthal edilen ve ülkemizde üretilen ilaçların ana madde, yardımcı madde ve katkı maddesi olarak kullanılan elemanlardan hayvan kökenli veya etil alkol(etanol) nin oluşanlarından arındırılması, arındırılamayanlarda ise en azından, batıda olduğu gibi ilaç prospektüsünde bu maddelerin açıkça belirtilmesi. Mesela, ithalat kalemleri büyük yekün tutan, kurutulmuş hayvan guddeleri, karaciğer, pankreas gibi organ ekstratlarının kullanıldığı ilaçlarda bunların hayvan kökenleri, bazı ilaçlarda kullanılan kapsül veya tablet üzerindeki filim tabakası jelatin ise bunun hayvan kökeninin mutlaka prospektüste belirtilmesi. Şurup şeklinde hazırlanmış ilaçlarda etil alkol kullanılmışsa mutlaka bu bilgi de belirtilmelidir. Doğal olarak, öncelikle istenen alkolsüz olması.

    2.Devlet ve Özel hastanelerde ve doktor muayene hanelerinde gariban insanlarımızın ORGAN MAFİYASININ eline düşürülmemesi için gerekli bütün tedbirlerin alınması. Bu işi yaptıkları tesbit edilmiş kimselerin de en ağır cezalarla tecziyesinin sağlanması

    3.Şuh kadınların, inanılmaz promosyonların, primlerin ve ortaklıkların kullanılması ile işbirikçi hale getirilmiş, insanların sağlıkları ile oynayan, kamu kurumlarını israfa sürükleyen Üniversitelerde görev yapan öğretim üyelerinden kamu ve özel hastanelerde çalışan hekimlere, ilaç alımı yapan görevlilere kadar bu insanların yakından takib edilmesi, yıldırıcı cezalarla tecziye edilmeleri.

    4.500 milyar$lık ilaç sektöründe,uluslararası, küresel boyutta, ABD gibi devletlerin devasa ilaç firmalarının Üniversitelerle işbirliği yaparak bütün dünyada gizli olarak başlattığı “SAĞLAM İNSANLARI HASTA YAPMA” programı çeçevesinde ülkemizde de işbirlikçi bulmada sıkıntı çekmeyeceklerini düşünüyoruz. Bu tehlikeli gelişmenin önlenmesi için gerekli yakın takibin yürütülmesi.

    Konularında yakın ilgi ve hassasiyet göstermelerini bekliyoruz.

    Ayrıca İslami duyarlılığa sahip.Öğretim üyelerimizin, Hekimlerimizin, Eczacılarımızın, Yöneticilerimizin ve Hastane sahiplerinin Uluslararası İlaç mafiasının ülkemizdeki uzantılarına karşı aktif bir mücadele platformu oluşturmalarını teklif ediyoruz. Sağlıktan çok ekonomik çıkarların ve ilaç üretiminde İslami inanç isteklerinin tamamen gözardı edildiği bu sektörün değiştirilemez bir noktada olduğu varsayımı düşünce ve korkularından arınmaları gerektiğini düşünüyoruz.

    Müslüman Tüketicilerimize de İlaç firmalarından, hekimlerimize, eczanelerimize kadar, reçetede yazılan ilaçları sorgulamaktan sorumlu olduklarını, sorgulamadan alacakları ilaçlardan dolayı yarın sorguya çekilebileceklerini hatırlatmak istiyoruz.

    GIDA RAPORU

    TIP DOSYAMIZın diğer yazıları:

    İLAÇ SATMAK İÇİN
    HASTANELER VE İLAÇ FİRMALARI
    ÖZEL HASTANELERE DİKKAT!!!

    KONU İLE İLGİLİ SİTEMİZDE DAHA ÖNCE YAYINLANMIŞ YAZILARIMIZIN LİNKLERİ:


    Ilacta domuz!!!… kozmetikte cenin katkisi !!!

    Bakanlara gonderdigimiz yazi ve gelen cevaplar

    Bakanlara gonderdigimiz yazi

    İLAÇ SATMAK İÇİN

    “Daha Çok İlaç Satmak İçin Hastalıklar İcat Edelim”


    “Daha Çok İlaç Satmak İçin Hastalıklar İcat Edelim” isimli bu makaleyi yazan Ray Moynihan* ve Alan Cassels** ticarileşen sağlığın küresel düzeyde ilaç sektöründe kendini nasıl gösterdiğine dair çarpıcı ve doyurucu bir yazı ortaya koymuşlar.

    Dr. Kubilay Eryılmaz

    “Yöntem doktor Knock de Jules Romains’i ihya etmişti: Muayenehanesine giren her sağlam insan oradan hasta olarak çıkıyordu ve iyileşmek için her türlü ödemeye razıydı. Aynı onun gibi, şimdilerde hasta pazarının sınırına ulaşan bazı ilaç firmaları artık sağlıklı insanlara yöneliyorlar, böylece büyümenin yolunu buluyorlar ve bu amaçla çok ‘ileri’ reklam teknikleri kullanıyorlar.

    Bundan 30 yıl kadar önce, dünyanın en büyük ilaç firmalarından birinin yöneticisi şöyle ‘aydınlatıcı’ bir tespit yapmıştı: Artık emekliye ayrılma yaşına gelmiş ama hala dinamik Merck şirketinin genel müdürü Henry Gadsden, Fortune dergisine verdiği bir demeçte: Firmasının “sadece hastalara ilaç satmasının rahatsız edici olduğunu, bu durumu aşmak gerektiğini” söylemişti. Ona göre şirketi Merck de aynı sakız üreticisi ve pazarlayıcısı Wrigley gibi “sağlıklı insanlara da ilaç satmayı hayal ettiğini” söylemişti. Eğer bunu başarırsa, Merck “herkese ilaç satabilecekti...” Görünen o ki, aradan üç onyıl geçtikten sonra artık Henry Gadsden’in rüyası gerçek olmuş sayılır.

    Şimdilerde en büyük ilaç firmalarının pazarlama stratejileri saldırgan bir tarzda sağlıklı insanları hedef alıyor. Günlük yaşamın tüm iniş-çıkışları artık tedaviye muhtaç psikolojik bozukluk kategorisine dahil ediliyor. Sıradan şikayetler acil müdahale gerektiren korkunç hastalıklar olarak sunuluyor ve giderek daha çok insan hasta kategorisine dahil ediliyor. Bu gün finansal portesi 500 milyar dolara varan ilaç endüstrisi en temel duygularımızı, sıradan psikolojik sıkıntılarımızı, ölümü, vb. sömürüyor. Sonuç itibariyle de insan tanımını değiştiriyor. Artık dev ilaç firmaları mümkün olduğu durumlarda insanların hayatını kurtarmak ve acılarını dindirmekle kendilerini sınırlamıyorlar. Sadece ihtiyaç sahiplerine ilaç satmakla yetinmiyorlar. Wall Street’de geçerli akıl gereği, herhangi bir sağlık sorunu olmayan birine “sen hastasın” demek çok iyi kazandırıyor.

    Kalkınmış ülkelerde insanların atalarından daha iyi, daha uzun ve daha dinamik bir yaşam sürdüğü koşullarda, yoğun reklam kampanyaları, sağlığından birazcık kaygı duyanları gerçek hastalar durumuna getiriyor. Artık basit, sıradan şikayetler öldürücü hastalıklar gibi muamele görüyor. O kadar ki, mesele çekingenlik bir “ sosyal anksiyete bozukluğu” saylıyor, kadınlarda adet öncesi tansiyon, önemli ve sorun olarak algılanıyor. Ufak bir psikolojik veya bedensel sorun hemen önemli bir hastalık sayılıp tedaviye girişiliyor.

    Bu tür ilaç satışı pratikleri de esas itibariyle dünya ilaç firmalarının odaklandığı ABD’de gerçekleşiyor. Aslında bu ülke dünya nüfusunun %5’den azına sahip ama tüm dünya’da yazılan reçetelerin %50’sini temsil ediyor. Son 6 yılda sağlık harcamaları tarihte görülmemiş boyutlara ulaşarak yaklaşık yüzde yüzlük bir artış kaydetti ve bu devasa artış sadece ilaç fiyatlarının yükseltilmesinden kaynaklanmıyor, hekimlerin daha çok ilaç yazmalarının da bir sonucu.

    Manhattan’ın göbeğindeki bürosundaki M. Vince Perry, dünya ilaç pazarlamasının zirvesini temsil ediyor. Bir reklam uzmanı olan bay Perry ilaç satışında uzmanlaşıyor. İlaç firmalarıyla ortak yürüttüğü çalışmalarla yeni hastalıklar icat ediyor. “Bir sağlık durumunu hastalık kategorisine dahil etmek” şaşırtıcı başlığını taşıyan makalesinde, firmaların sıradan psikolojik sorunları nasıl psiko-patalojik [ psikolojik hastalık] vakalar kategorisine dahil ettiklerinin ip uçlarını veriyor [1]. Kimi zaman pek bilinmeyen bir sağlık durumu müthiş bir ilgi odağı haline getiriliyor; kimi zaman da çok eskiden beri bilinen bir hastalık türü yeniden tanımlanıp yeni bir ad verilerek ilk defa “keşfedilmiş “ gibi sunuluyor. Nihayet, hiç birşey yoksa da hiç yoktan ex- nihilo bir hastalık türü icat ediliyor. Mesela bay Perry’nin gözdesi hastalıklardan bazıları: erkeklerde “sertleşme bozukluğu...!, “yetişkinlerde dikkat yetersizliği” ve daha önce sözünü ettiğimiz kadınlarda görülen adet öncesi bitkinlik sendromu... Bunlar o kadar tartışmalıdır ki, uzmanlar bunların uydurma olduğunda hemfikir...

    Bay Perry tam bir gözü peklikle ilaç firmalarının Viagra ve Prozac gibi ilaçları sadece tanımlayıp katoloğa dahil etmekle yetinmediklerini, bu tür ilaçlara nasıl pazar oluşturduklarını da açıklıyor.

    İlaç sanayii pazarlama sorumlularının sopasıyla, ilaç firmaları, bay Perry gibi reklamcılar bir masanın etrafında oturup “hastalık ve sağlık durumuna dair yeni fikirler geliştiriyorlar”. Amaç ilaç firmalarının dünyanın her yerindeki müşterilerinin ‘şeyleri yeni bir gözle görmesini ve algılamalarını sağlamaktır. Amaç her zaman ilaç satışlarını azami düzeye çıkaracak şekilde sağlık durumuyla ilaçlar arasında bağ kurmaktır.

    İlaç sektöründeki çokuluslu şirketlerin bu şekilde yeni hastalıklar icat etmesi birçoklarına garip gelebilir ama bu söz konusu sektörde çok yaygın ve geçer akçe sayılan bir şey. Yakın zamanda Business İnsight yöneticilerine gönderilen bir rapor, yeni hastalıklar pazarını oluşturmanın, milyarlarca dolarlık kazanç anlamına geldiği kaydediliyordu. Bu raporun en yetkin stratejistlerinden birine göre, insanlar sıkıntılarını önemsiz bir şeymiş gibi görmekten vazgeçmelidirler. “ Bu güne kadar önemsiz sayıp geçiştirdikleri ‘durumun’ aslında acil mücadele gerektiren önemli bir tıbbî sorun olduğuna inandırılmalıdırlar”. Yeni, kârlı pazarların açılmasından duyulan memnuniyet ifade edildikten sonra, ilaç sanayicinin büyük umutlar vaat eden finansal geleceğine dair de şöyle deniyor: “ Gelecek yıllar, şirketlerin de desteğiyle yeni hastalıklar icat etmeye tanıklık edecektir...”

    “Şüphesiz sağlık ile hastalık tanımına dair bir sorunu var ve aradaki marj veri iken hasta ile hasta olmayan arasındaki sınırı tespit etmek kolay değildir. Zira, normali anormalden ayıran sınır oldukça esnektir ve bir ülkeden bir diğerine değişebildiği gibi bir dönemden diğerine de değişmektedir. Fakat, ortada gayet açık olan bir şey var: Bir hastalığın tanımı ne kadar genişletilirse, o tanıma dahil edilecek potansiyel hasta sayısı da o kadar artacaktır. Tabii ilaç üretenlerin pazarı da o kadar genişleyecektir.

    Bazı durumlarda hastalıkları kataloğa dahil eden sağlık uzmanları aynı zamanda ilaç sanayii tarafından da maaşa bağlanmış durumda. Tabii hastalık tanımı ve kataloga dahil edilen hastalık sayısı ne kadar çoksa, ne kadar genişse sanayi de o ölçüde zenginleşecektir... Bu uzmanlara göre yaşlı Amerikalıların %90’ı yüksek tansiyondan şikayetçi; Amerikalıların yarıya yakını FDS denilen (Kadınsal Seksüel Bozukluktan] şikayetçi; 40 milyon Amerikalı’nın da yüksek kolesterolden tedavi görmesi gerekiyor. Manşetlik haber peşinde koşan medyanın da yardımıyla, son keşfedilen bir hastalığın herkeste görüldüğü ama vaktinde gerekli ilaçlar alınırsa iyileşeceği görüşü sürekli pompalanıyor. Sağlık sorununa alternatif çözüm, alternatif yaklaşım ve anlayış ve alternatif tedavi yöntemleri, daha tedavi aşamasına gelmeden hastalıkları önleme veya azaltma olasılıkları bilinçli olarak arka plana itilip, savsaklanıyor. Tabii, asıl amaç akıl almaz bir tempoyla ilaçlara müşteri bulma olunca...

    Fakat, sadece prestijlerinden yararlanmak için uzmanlara yüklüce paralar ödenmiyor; birçok gözlemciye göre hekimlerle de çok yakın ilişki ve işbirliği söz konusu...

    Eğer hastalıkların tanımı genişletilirse, bu sözde hastalıkların sebepleri de o derecede dar tutulmak zorundadır. Bu tür bir pazarlamacılar dünyasında kalp-damar hastalığı gibi bir sağlık sorunu çok önemsenir, zira, iyi bir kâr alanıdır, bu yüzden de cep dürbünüyle izlenir. Yaşlılarda kalça kırığını önlemeye yönelik tedaviyle, sağlıklı yaşlı kadınlardaki kemik erimesi durumu birbirine karıştırılıyor. Bireysel sıkıntının ekseri beyindeki serotonin eksikliğinden kaynaklandığı varsayılıyor...

    Olayın bir boyutu üzerinde yoğunlaşmak, diğer veçhelerin, dahası en önemli veçhlelerin gözden kaçırılmasıyla sonuçlanabiliyor. Tabii, bunun bedeli de bireye ve topluma ödetiliyor. Eğer asıl amaç, sağlıklı insanların kullandığı anti-kolesterol ilaçları üretip-satmak değil de, mesela tütün zehirlenmesine karşı önlemler, insanların daha çok fiziki aktivite yapmasının koşullarını oluşturmak , ya da daha dengeli beslenmelerini sağlayacak bir gıda rejimi oluşturmak olsaydı, öncelikler, yöntemler, araçlar farklı olsaydı, sonuç da farklı olurdu.

    Hastalıkları “satmak” farklı pazarlama yöntemlerine göre yapılıyor ama en yaygın olanı insanlardaki korkuyu kullanmaktır. Mesela menopoz döneminde kadınlara hormon satmak için kalp krizi riski öne sürülüyor. Çocuklarda görülen en küçük depresyonun intiharla sonuçlanabileceği korkusu kullanılarak anne ve babalara ilaç satılıyor. Ömür boyu kullanılan, otomatik reçeteye tâbi anti- kolesterol ilaçları satmak için de vakitsiz [prematüre] ölüm korkusu işleniyor... Oysa çoğu zaman şifâ niyetine kullanılan ilaçların kendisi bir dizi hastalığın peydahlanmasıyla sonuçlanıyor.

    Kadınlarda hormon tedavisi [THS] kalp krizi riskini artırıyor, anti-depresörler de gençlerde intihar düşüncesini artırıyor. Hiç değilse çok başarılı olduğu söylenen bir anti-kolesterol sonuçta “hastaların” ölümüne neden olduğu için piyasadan çekildi. Bir başka durumda da sıradan bağırsak sorunu için kullanılan bir ilaç öyle bir kabızlığa sebep oldu ki, sonuçta “hastalar” öldü. Bu tür durumlarda denetimden sorumlu kamu otoriteleri, ilaç firmalarının kârlarını korumayı kamu sağlığına yeğliyorlar.

    ABD’de 1990’lı yılların sonlarından itibaren sağlık alanında reklam mevzuatının yumuşatılmasıyla birlikte, herkese ilaç satmak üzere çok güçlü bir pazarlama saldırısı başlatıldı. Artık her gün onlarca ilaç reklam spotu yayınlanıyor. Aynı şey Yeni Zelandalı televizyon seyircileri için de geçerli. İlaç lobisi başka yerlerde de aynı şeyi yapmak üzere harekete hazır bekliyor.

    Otuz yıl kadar önce Ivan Illich adında ileri görüşlü biri, bizzat mevcut sağlık sisteminin yaşamı medikalleştirip, insanların acıya ve ölüm gerçeğine karşı koyma, onlarla yüzleşme yeteneklerini yok edip, tüm yurttaşları çantada keklik ‘hastalara’ dönüştürdüğünü haykırmıştı. Illich, mevcut sağlık sistemini eleştirirken söyle diyordu: “ Henüz hasta olmayan insanlar hakkında söz söylemeye kimin hakkı var? Biraz beklense kendiliğinden iyileşecek insanlara hemen ve telaşla hasta etiketi yapıştırmaya hakları var mı? Öyleleri de var ki, teyzeleri veya amcaları tarafından yapılan tedavi hekimlerinkinden daha az etkili değil...” [2]

    Yakın zamanlarda bir tıp dergisi baş yazarı olan Bayan Lynn Payer, “ Hastalık Satmak” dediği bir süreçten söz ediyordu. Buna göre hekimler ve ilaç şirketleri hastalıkların tanımını durmadan genişletmeliydi ki, daha çok hastaları olsun ve tabii daha çok ilaç satabilsinler...[3] Çokuluslu ilaç tekelleri sağlık sistemi üzerindeki baskılarını ve etkilerini artırdıkça ve çılgın pazarlamacılar taifesi de bu amaçla seferber oldukça, yukarıdaki sözlerin ne kadar önem kazandığını anlamak zor olmayacak...

    1.Vince Perry, “The art of branding a condition” . Medical Marketing and Media, Londres, mai 2003.

    2.Ivan Illich, Némésis médicale, Seuil, Paris, 1975.

    3.Lyn Payer, Disease- Mongers: How Doctors , Drug Companies and Insurer Are Making Yoo Feel Sick. John Wiley and Sons, New York , 1994.

    *Gazeteci. Sağlık uzmanı [ British Medical journal, The Lancet, The Hew Englanda Journal of Medicine.]

    * İlaç politikası araştırmacısı,[Université de Victoria, Canada]

    Bu yazı, yazarların ortak eseri : “How Drug Companies Are Turning Us All into Patients, Allen and Unwin, Crows Nest [ Australie]. 2005.” Den alınmıştır.

    HASTANELER VE İLAÇ FİRMALARI

    Sevgili dostlar, insanlığa karşı her türlü kötülük bazı ilaç şirketlerinden gelmeye başladı!!!

    Para kazanmak adına her türlü kepazeliği yapıyorlar. Kanser hastalığına bir çok kişi tarafından çareler bulunmuş durumda, şeker hastalığına da, bu ilaç şirketleri bu hastalıklara çare bulanları yıldırmak için herşeyi yapmışlar, İnsanlığı bu berbat hastalıkların pençesinden kurtaracak bu insanları cahil olarak gösterip kendi ilkel ve çözümsüz yöntemlerine hapsedip çaresiz kılıyorlar.

    Ülkede sömürülen ciddi bir hasta kitlesi var. Hastanelerin Onkoloji servisleri dolup taşıyor, herkes kanser!!! Bir hastaya bir adet kullanılan ilaç 5 yazılarak devlet soyuluyor, bir araştırma hastanesi diğer bir devlet hastanesine para kaçmasın düşüncesiyle sevk vermiyor. Oysa ki hasta diğerinde tedavi olmak istiyor. Bu da en doğal seçme hakkı. Sevk almaya giden hastalar, doktorlar tarafından dinlenmeden, azarlanarak gönderiliyor. (Bu olaya bizzat canlı şahit oldum)
    Bilim kisvesi arkasına saklananlar insanların hayatlarını para karşılığında satıyorlar, radyo terapi, kemoterapi ilaçlarına ve aletlerine yatırım yapanlar iflas etmekten korktukları için kanser'e çareler üreten bu kişileri düşman ilan ederek insanlığa ihanet ediyorlar. Yaptıkları ilaçları birlikte deniyerek, test etmek ve onları dinlemek yerine sırf mevkileri sarsılmasın diye kamu oyu önünde küçük düşürmek için her türlü girişimi yapıyorlar. Çünkü tıpçılarda Gri yok! siyah ya da beyaz var!

    Benim kafam ciddi ciddi karışmaya başladı dostlar. Bu oyunun içerisinde güvenmemiz gereken proflar, doçentler, doktorlar da var. Hayatlarımız çok ucuz !!! herkes paranın esiri olmuş durumda. Kimse biz demiyor herkes ben demeye başladı. Bu ülkeyi kurtaracak erdemli bir devrime ihtiyaç var. Artık ülkesini sevenlerin toplanıp tepki göstermesinin zamanıdır.

    Hastanelerde görev yapanlar bizler için orada oturuyor olmalılar fakat sistem onları o kadar şişirme görev yapmaya zorluyor ki, olan zavallı halk'a oluyor. Statükoculuk bütün hastanelerin içerisinde yerleşmiş. İnsanlar doktorların karşısında dert anlatmaya korkuyorlar. Oysa ki doktorlar orada bizim için görev yapmak için varlar. Bu çok önemli sorunun süratle çözülmesi gerekmekte. ( Bu arada onların da insan olduğu düşünülerek çalışma şartları da iyileştirilmek zorunda ) Bütün dostlara Okmeydanı hastanesine gidip orayı teftiş etmelerini ve a' dan z'ye nasıl bir kargaşa, sefalet ve ilkelliğin hakim olduğunu görmelerini, halkımıza yapılan kötü muamelenin ve ilgisizliğin incelenmesini şiddetle tavsiye ediyorum.

    Bu ülkenin sevgiye ihtiyacı var!!! insanların ülkelerini sevebilmeleri, uğrunda ülkem diyebilmeleri için birşeylere ihtiyaçları var.

    Saygılar...

    ÖZEL HASTANELERE DİKKAT!!!

    BİLHASSA YABANCI SERMAYELİ ÖZEL HASTANELERE DİKKAT!!!


    İnsana özellikle değer verilmediğinin ama süper bilgiye çok kıymet biçildiğinin bariz örneği. KİMİ ÖZEL HASTANELER NİYE BASIT VATANDAŞLARA SAĞLIK(!) HİZMETİ VERİYORLAR. Kalitesiz malzeme, cart curt, devlet tavsiyesi… hepsi hikaye..

    Aşağıdaki mesajı ben şöyle yorumluyorum. Sakın paranoya sanmayın. Aynen geçerli bir yol. Kimi özel hastanelerde yaptıracağınız kan, idrar, doku vs tahlilleri için önünüze gelen form üzerinde 30-40 tahlilden 3-5 ini seçersiniz. Sonuçta elinize ancak o tahlil sonuçları geçer. Fakat bu kimi hastaneler bu tahlil maddelerinin tümünü yaparlar. Finans dışarıdan gelir. Sonuçta böbreğiniz, korneanız, karaciğeriniz, cildiniz, kalbiniz vs organınız bilgisayara detaylı bir şekilde girilen bilgilerin ilgili yerlere gönderilmesiyle bütünüyle deşifre olur. Kalp, böbrek bekleyen birçok bildik insanlar var. Bunlar belirlenen şahıstan gönüllü olarak organ nakli yapabilirlerse böbrek başına 20 000 dolara kadar parayı tık diye veriyorlar. Eğer durum acil ve donör gönüllü değil ise çocuk, kadın, adam ortadan kaybolur. Ameliyat 100 000 dolara kadar kolayca ödenir bu şahıslar tarafından. Ameliyatın gönüllü/gönülsüz(kayıp) şahsın yakınında yapılması lazım çünkü organın uzun mesefelere taşınması hele hele uluslar arası nakliyesi risklidir; organ yıpranabilir veya durum anlaşılabilir. Başta İsrail’den olmak üzere malum seçilmiş hasta tayfa birçok ülkeden neden TC gibi donör ülkelere (ABD, Japonya bile dahil) gelip ameliyat oluyorlar?? TC’de hizmet mükemmelliği hikayenin daniskası!!!

    Bu durumu epey önce bir yazıda okumuştum. 6-7 sene evvel Babuna’nın kan tahlili toplama kampanyasında konu ayyuka çıkmıştı. Bence durum halen devam ediyor. Çaktırmadan el altından doku ticareti.

    Kayıp olup hiç izi bulunamayanlar bir araştırılacak olursa büyük çoğunlukla özel bir hastanede kan/doku tahlili yaptırmış olduğu ortaya çıkacaktır.

    Bu işlem ardından…… kaybolan kişiden arta kalana ne yapıldığını söyleyeyim mi…. Hiçbir iz bırakılmaması gerekiyor…. Ne yaparlar…. Özel makinalarda doğrama ardından kıyma yaparak tavuk yemi yaparlar.. ortada hiçbir iz kalmaz. Clinton neden Mudurnu Tavukçuluğu satın aldı. Neden? Koskoca başkanın tavukçuluk ile ne alakası var.

    ÇÜNKÜ İÇİ KEMİK KIRIKLARIYLA DOLU, KANLI KIYMAYI ANCAK VE DE ANCAK TAVUK YER. Hayvanat bahçelerinin gariban çalışanları asla onların adamı olamazlar. Veya, becerebiliyorsa toprak altına gübre yaparlar. Bu adamlar bu kadar aşşağılıktır anlayacağınız.

    Ahha bu alaka. Demedi demeyin. Allah(cc) onların herşeyini bilir. Bize kalan tedbirli olmak. Çocuklarımızı, yakınlarımızı, kendimizi ortalık yerde tedbirsiz bırakarak önceden belirlenmiş hedefler olmalarına dikkat edelim. DEMEDİ DEMEYİN. Bu yazdıklarım tüylerinizi değil ürpertmeye yolmaya bile yeter herhalde….

    Dikkat, Dikkat, aman Dikkat

    Selamlar,

    Orhan İrfanoğlu

    Bade Gürleyen'in özel hastanelerde çalışan doktorlarla görüşerek hazırladığı ve Tempo dergisinde yayınlanan haberi sağlığın piyasalaştırılmasının yıkıcı sonuçlarını gözler önüne seriyor. Hükümetin Sağlıkta Dönüşüm Projesi çerçevesinde SSK hastanelerinin yükünü azaltmak ve halkın özel hastane imkanlarından faydalanmasını sağlamak bahanesiyle yaptığı SSK'lıların özel hastanelerden hizmet satın almasını sağlayan düzenlemenin ulaştığı boyutlar insan hayatını tehdit eder boyutlara ulaşmış durumda.

    İşte tüyler ürperten itiraflar

    SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı'na bağlı hastalar, özel hastanelerde devletin para ödememesi nedeniyle en kalitesiz malzemelerle ameliyat ediliyor Özellikle kalp ameliyatlarında kalitesiz kataterler, iplikler, stentler, balonlar kullanılıyor; çünkü devlet yaklaşık 15 milyarlık bir kalp ameliyatına 5-6 milyar veriyor.

    Özel hastanelerin hemen hemen hepsi katater, idrar sondası gibi tek kullanımlık malzemeleri, devlet pek çok masrafı karşılamadığı için aynı kan grubundaki birkaç hastada tekrar tekrar kullanıyor. Böylece az ve ucuz malzemeyle çok sayıda hasta ameliyat edilerek 'sürümden' kazanılıyor.

    Bir paket programından özel hastane %10 civarında kâr elde ediyorsa, malzemeleri tekrar tekrar kullanarak ya da kalitesiz malzeme kullanarak kâr oranını % 35-40'lara çıkarabiliyor.

    Paket programdaki bir hastanın 'kaybedilmesi', hastane açısından daha kârlı olduğu için, hastanın yaşayıp yaşamaması da çok önemsenmiyor. Çünkü SSK'lı bir hasta erken ölürse, hastane; tıbbi malzeme, ilaç, yoğun bakım gibi masraflara girmeden paket fiyatını cebe indirmiş oluyor.

    Ameliyathanelerin durumu içler acısı. İstanbul'daki yaklaşık 26 kalp-damar cerrahisi merkezinin en az 20'sinin ruhsatı uluslararası standartlara uymadıkları için iptal edilmeli.

    Devletin sağlığa ayırdığı % 5'lik bütçenin % 80'i ilaca gidiyor. Ancak Türkiye'de ilaçla ilgili bir tasarrufa gitmek imkânsız. Çünkü bir anda karşınızda ciddi devleri bulursunuz. Ayrıca pek çok hekim yazdığı her reçeteden ilaç şirketi tarafından prim aldığı için, bu sistemi yıkmak zor.

    Hekim, devletin listesinde olan tıbbi malzemeleri kullanmak zorunda. Çünkü kaliteli malzemeyi devlet ödemek istemiyor. Yani doktorun hastayı kurtarmak için elinden geleni yapması, hasta cebinden ek para ödemediği sürece imkânsız.

    Bütün bu olanlardan devletin haberi var, ama her şeye göz yumuluyor. Denetim yapılmıyor; 'göstermelik' yapılan denetimlerde ise sadece cihazlara, odalara, tuvaletlere bakılıyor.

    Paradan Tasarruf, İnsandan İsraf

    Artık bütün vatandaşlar özel hastanelerden yararlanabiliyor! Özellikle de yıllardır SSK ve devlet hastanesi kuyruklarında sürünen vatandaşlar, artık en lüks özel hastanelerde ameliyat bile olabiliyorlar! Bu olanak, sosyal güvencesi olan vatandaşı mutlu ediyor. Ama hiçbiri, hastanelerde kendileri için en kalitesiz malzemelerin kullanıldığını bilmiyor

    Bunu bilen, özel hastanelerde bu uygulamalara tanık olan ve hatta kalitesiz malzemelerle ameliyat yapıp 'vicdan azabı' çekenler hekimler, korkuyor. Hem ameliyat ettikleri hastaların ölmesinden hem de bu gerçeği kamuoyuyla paylaşmaktan. Çünkü işlerini kaybedebilirler. Dahası, bir daha asla hiçbir yerde iş bulamazlar. Yani bir yanda 'Hipokrat yemini' öte yanda 'geçim derdi'. Bu nedenle isimlerini vermeden anlatıyorlar. Kamuoyu, yapılanları bilsin istiyorlar.
    İsimlerini vermeyen hekimlerin itirafları arasında en korkuncu ise, bir kere kullanıldıktan sonra kesinlikle çöpe atılması gereken tıbbi malzemelerin, 'tasarruf' olsun diye aynı kan grubuna sahip hastalarda tekrar tekrar kullanılıyor olması. Peki, SSK, Emekli Sandığı ya da Bağ-Kur hastaları neden en kaliteli yerde bile en 'kalitesiz' sağlık hizmetini alıyorlar?

    Cevap çok korkunç: "Çünkü devlet böyle istiyor." Devlet, ücret politikası ile bir anlamda vatandaşları kalitesiz hizmete mahkûm ediyor. Adının açıklanmasını istemeyen bir hekim şu bilgiyi veriyor: "15 bin YTL'lik bir kalp ameliyatına, devlet 5-6 bin YTL ödüyor. Maliyeti yaklaşık 15 bin YTL olan bir kalp ameliyatının 5-6 bin YTL'ye mal edebilmesi için 5 milyonluk iplik yerine 1 milyonluk iplik kullanılıyor. 2000 dolarlık ilaç kaplı stent yerine, damarda sağa sola kayarak kısa sürede kalp krizine yol açabilen 170 dolarlık stentle hasta ameliyat ediliyor. Ödeme gücü olan ise devletin verdiği paket fiyatın üzerine 5-10 bin YTL eklenip, en kaliteli malzemelerle ameliyat ediliyor."

    Ama SSK, Emekli Sandığı ya da Bağ-Kur'dan gelen hastaların çoğu bu bedeli ödeyemiyor. Görüştüğümüz hekimin, "Pek çok SSK'lı hasta bizden yol parası bile istiyor" şeklindeki açıklaması, bunun pek de mümkün olmadığını gösteriyor. Devletin, özel hastanelerle, "Ameliyatları bir şekilde ucuza mal et" dercesine çok düşük fiyatlara yaptığı paket anlaşmalar ise özellikle tek kullanımlık malzemelerin artık kullanılmaz hale gelene kadar tekrar tekrar kullanılmasına yol açıyor. Peki, bunu yapan özel hastanelerin oranı ne kadar yüksek? "Bunu hepsi yapıyor, ama biz yüzde 90'ı diyelim bari" diyor yine adının saklı kalmasını isteyen bir cerrah.

    Bazı yetkililerden aldığımız bilgilere göre, hastanelerimizdeki tek sorun 'gariban' hastalar için kullanılan malzemelerin kalitesizliği değil.

    Ameliyathanelerin durumu da içler acısı. Bir kalp-damar cerrahının ağzından çıkan şu sözler insanı şoke ediyor: "İstanbul'da kalp-damar cerrahisinin yapıldığı yaklaşık 26 merkez var. Ancak bu merkezler ABD'de ya da Avrupa'da olsalardı, en az 20'sinin ruhsatı iptal edilirdi. Çünkü hiçbiri ameliyathane şartlarına uygun çalışmıyor..."
    http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=4930

    UmutCanKaya


     
    Haber Puanlama
    Ortalama Puan: 5
    Toplam Oy: 75


    Lütfen bu haberi puanlamak için bir saniyenizi ayırın:

    Kötü
    İdare Eder
    İyi
    Çok İyi
    Mükemmel



    Seçenekler
    Bu Haberi Arkadaşına Gönder  Bu Haberi Arkadaşına Gönder

    

    Gıda Raporu 2003-2017
    1024x768 Ekran Çözünürlüğünde Tasarlanmıştır
    RSS
    Her Hakkı Saklıdır İzinsiz Alıntı Yapılamaz.