BU VEBAL TAŞINMAZ
SÖZÜN ARDI
Çetin ORANLI (Merhaba Gazetesi http://www.merhabagazetesi.com.tr)
Gıda sektöründe bazı ürünlerde kullanılan jelatinlerin dörtte üçü domuz mamullerinden elde ediliyor
SADECE DÖRTTE BİRİ HELÂL
Gıda sektöründeki ‘domuz hilesini’ gazetemize çarpıcı ifadelerle anlatan Tüketiciler Birliği Gıda Komisyonu Başkanı Dr.Müh. H. Kâmi Büyüközer, Türkiye’de firmaların yılda 3 bin ton jelatin ithal ettiğini, bunun sadece dörtte birinin sığır jelatini olduğunu ifade etti. Domuz mamullerinden elde edilen jelatinlerin katkılı yoğurtlarda, pastalarda, dondurma ve yumuşak şekerleme ürünlerinde kullanıldığını dile getirdi.
HELÂL GIDA STANDARDI GEREKLİ
Avrupa’da jelatin üretiminde kullanılan domuz, sığır, koyun kemikleri ve derilerinin mezbahalardan karışık olarak toplanarak işlendiğini hatırlatan Büyüközer, “Firmalarımız bu ürünleri ülkeye sokarken, üzerine ‘sığır jelatini’ etiketi yapıştırıyor. Burada büyük bir sahtekârlık var” dedi. Ünlü markaların da garanti olmadığını belirten Büyüközer, “Acilen helal gıda standardı oluşturulmalı ve sığır jelatini tesisi kurulmalı” diye konuştu.
GIDA DENETİMİNDE BÜYÜK BAŞIBOŞLUK
Türkiye’ye sağlıksız toplum yapısının dayatıldığını vurgulayan Büyüközer Tarım Bakanlığı’nın 30 bin gıda imalatçısından sadece 15 binini denetleyebildiğini, Türkiye’deki 100 domuz çiftliğinde yılda 1 milyona yakın domuz yetiştirildiğini dile getirdi. Büyüközer, domuz etlerinin bazı üreticilerce sucuk, salam ve sosislere katıldığını, otellerde et mamulü olarak sunulduğunu bildirdi.
Sağlıksız yaşam tarzı dayatılıyor
Sağlıksız toplum yapısının dayatıldığını açıklayan Dr.Müh. Hüseyin Kâmil Büyüközer: “Tüylerimizi diken diken edecek dehşette bir toplum yapısı oluşuyor.”
Helâl gıda uzmanı ile…
Tüketiciler Birliği Gıda Komisyonu Başkanı Dr.Müh. Hüseyin Kâmi Büyüközer, uzun yıllardır ülkemizde ‘helâl gıda standardı’nın oluşturulması için çaba sarf ediyor. ‘Helal gıda uzmanı’ olarak nitelendirebileceğiz ve uzun yıllar boyunca akademisyen olarak çalışan Dr.Müh. Büyüközer, 1970’li yıllarda Milliyetçi Cephe Hükümetleri döneminde Sanayi Bakanlığı Müsteşarlığı ve Ağır Sanayi Koordinatörlüğü yaptı. Konya ziyareti esnasında görüştüğümüz Dr.Müh. Büyüközer, helal gıda ile ilgili sadece tespitlerde bulunmakla, öneriler sunmakla yetinmiyor, yaşamında da bunları tavizsiz bir şekilde uyguluyor. Dr.Müh. Büyüközer, bu alandaki sorularımızı da açık yüreklilikle yanıtladı.
* Sayın Büyüközer, öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?
- Uzun seneler boyunca akademik hizmetler yaptım. Şu anda serbest olarak çalışıyorum. Benim 25 yıllık zaman dilimi içerisinde en çok özerinde durduğum husus, Müslümanların yedikleri içtikleri helâl mi, yoksa haram mı; sağlıklı mı, sağlıksız mı hususlarıdır. Bütün bu 25 senenin özeti olarak diyebilirim ki; Türkiye kendisine dışarıdan dayatılan bir yaşam tarzına mecbur kılınıyor. Bunun içerisinde gıdasından günlük hayatı teşkil eden diğer konulara bu yanlış ve sağlıksız yaşam tarzı yer alıyor.
* Sağlıksız yaşam tarzı bizi nasıl etkiliyor, örneklerle anlatabilir misiniz?
- Maalesef her geçen gün kendi varlığını inkâr eden, kendi sağlık düzenini kaybeden bir toplum haline geliyoruz. Bugün istatistiklere baktığımız zaman ülkemizde 3 milyondan fazla kalp hastası var. 27 milyon civarında insan sigara içiyor, bunun 17 milyonu bağımlı. Her yıl 40 milyar YTL civarında parayı sigara, alkol ve bunların yol açtığı sorunlara harcıyoruz. Ve maalesef her yıl sigara kullananlar kervanına eklenen 600 bin civarında insanın içerisinde, sigarayla başlayıp uyuşturucu bağımlılığına kadar uzanan bir nesil var. Bunda basının, televizyonun insanları kendi kökünden tamamen dejenere edici, sürü haline getirici, yozlaştırıcı yayınlarının ve okullarda verilen eğitimin etkisi var. Geçtiğimiz günlerde ibret verici bir olay yaşandı. Hürriyet Gazetesi, ‘domuz derisinden yapılan ayakkabı giyilebilir mi’ konusunda bir Sakarya Üniversitesi’nde bir öğretim üyesinden değerlendirme alarak haber yaptı. Ben haberin yayınlandığı internete girdim, bu haberle ilgili yorumlara baktım. 124 vatandaşımız domuz derisinden ayakkabının giyilemeyeceğini söyleyen bu öğretim üyemize akla hayale gelmeyecek hakaretlerde bulunuyordu. Tüylerimizi diken diken edecek dehşette bir toplum yapısı oluşuyor. Devamlı olarak bir devşirme olayı ile karşı karşıyayız. Bunu üzerinde durmamız gereken ana mesele olarak görmek zorundayız. Aksi halde bizden kopartılan insanların sayısının çoğaltılması ile bu toplumu oluşturan Müslüman kitlenin sayısı azalacaktır. Ve yoğunluk olarak onlar hâkim duruma gelecektir.
* Bu durumun önüne geçilebilmesi için gıda konusunda yapılması gerekenler neler?
- Günlük yaşantımızda bizi en çok bağımlı kılan gıdalara dikkat etmemiz gerekiyor. Yediğimiz-içtiğimiz gıdalar bizim fiziksel yapımıza tesir ettiği gibi, manevi yapımızı da etkiliyor. Dinimizin kaynaklarına baktığımız zaman bunu görüyoruz. Eğer yediklerimiz-içtiklerimiz bizi maddi veya manevi bu kadar etkilemeseydi, gerek Kuran-ı Kerim’de, gerekse Hadis-i Şeriflerde üzerinde bu kadar durulmazdı. Maneviyatımıza tesir eden çok önemli bir konuyla ilgileniyoruz. Onun için yediğimiz-içtiğimiz gıdaların mutlaka helâl tarzda oluşması lazım. Neticede ülkemizde bunlara riayet edilmediği için toplum, fast-food toplumu haline geldi. Sigara bağımlısı, dünyada en çok alkollü içki tüketen ülkelerden birisi konumuna düştük. Bunun önünü almamız lazım. Sigara ve içki kullanma yaşı 10-11’e kadar düştü. Bunlar yediğimiz gıdalardan kaynaklanıyor.
ACIMASIZ KAPİTALİZM, SAĞLIĞI GÖZARDI EDİYOR
* Bize neden bu hayat tarzı dayatılmaya çalışılıyor?
- Karşı tarafta milyonlarca dolarlık mal satma azminde olan ülkeler var. Nedir bunlar; ilaçlar, gıdalar ve bunlara bağlı teknolojiler. Batı ülkeleri milyonlarca dolarlık potansiyeli bizim gibi uydu ülkelere pazarlamak için uğraşıyor. Bu gıda sistemi insanları hasta yapsın ki; ilaç sektörü para kazansın!
* Vahşi kapitalizm yüzünü burada da gösteriyor…
- Evet. Dikkat ederseniz, son zamanlarda hastalıklar artıyor. Her yıl 150 bin insanımız kansere yakalanıyor, yılda 100 bin insanımız bu hastalıktan ölüyor. Ayrıca toplumumuzun yüzde 70’i tansiyon, şeker ve buna benzer diğer hastalıklarla kıvranıyor. Böylece zayıf bir nüfus yapısı oluşturuluyor. Hâlbuki bizim kökümüze baktığımızda atalarımızın doktor yüzü görmeden yaşadığını görüyoruz. Sağlıksız bir toplum dayatması ile karşı karşıyayız. Bunun temelinde de gıda sektöründeki firmalarımızın ürettiği ürünlerin içerisindeki katkı maddelerinin özelliklerini bilmemesi yatıyor. Bir büyük firmayı ziyaret ettik. Bir takım şekerlemeler yapmışlar, bunların içerisinde kullanılan katkı maddelerinin özelliklerini bilmiyorlar. Çünkü kullandıkları teknolojiyi Batı’dan alıyorlar. Batılı şirketler diyor ki; bu makinaları şu maddelerle kullanacaksınız. Bizimkiler de teknolojinin ardından gidiyor, o maddeleri alıyor. Bu maddeler bizim toplumumuza uygun mudur, sağlıklı mıdır, helâl midir, bunlara maalesef dikkat edilmiyor. Misal vermek gerekirse; Türkiye’ye yılda 3 bin ton jelâtin geliyor. Ben 3 yıl boyunca Almanya’da kaldım, oradaki firmalarla ve jelatin imalatçılarının dernekleriyle görüştüm. Adamlar diyor ki; bizim üretimde kullandığımız domuz, sığır, koyun kemikleri ve derileri mezbahalardan karışık olarak gelir, biz gıda kodeksimize göre bunları işler, jelatin elde ederiz. Çeşitli yoğurt, pasta, dondurma gibi gıda maddelerinde, ilaçların kapsüllerinde biz bunları kullanırız. Bu şekilde jelatin üreten firmaların ürünlerini alan Türk ithalatçı veya imalatçı, bunları Türkiye sınırına sokarken üzerine ‘sığır jelatini’ şeklinde bir etiket yapıştırıyor. Bir sahtekârlık var.
* Türkiye’de gıda sektöründe kullanılan jelâtinlerin tamamı karışık mı, yoksa sadece sığır jelâtini kullanan firmalar da var mı?
- Hayır. Dünyada üretilen yıllık jelâtin miktarı toplam 300 bin ton. Bunun 200 bin tonunu Avrupalı firmalar üretiyor. Geri kalanı ABD, Güney Amerika, Çin, Güney Kore ve Bağımsız Devletler Topluğu ülkelerinde imal ediliyor. Bir de Pakistan’da üretiliyor. Pakistanlı firmanın helal jelâtin ürettiği tespit edilmiş, helal gıda sertifikası bulunuyor. Türkiye’de bir firma, Pakistanlı üreticinin temsilciliğini yapıyor. Fakat Türkiye’nin 3 bin ton jelâtin ihtiyacının ancak 750 tonu o firma kanalıyla ülkemize geliyor. Yani ülkemizde gıda sektöründe kullanılan sığır jelatininin sadece dörtte biri helâl, dörtte üçü ise helâl değil. Avrupa firmaları zaten açıkça, “Biz artık deli dana hastalığından dolayı sığır jelatini kullanmıyoruz. Saf ve garantili olarak domuz jelatini üretiyoruz” diyor. Bunu üzüntü duyarak ifade ediyorum.
* Peki tüketici domuz jelatini kullanılan ürünleri nasıl ayırt edecek? Bildiğimiz, güvendiğimiz markalar garanti mi?
- Bunu ayırt edemezsiniz. Maalesef tanınmış markalar da garanti değil. Çünkü -benim elimde belgesi var- çok güvendiğimiz bir marka kullandığı jelatini Brezilya’daki Alman firmasından temin etmiş. Helâl gıda sertifikasıyla bu jelâtinleri temin ediyor. Fakat biz orada araştırdık, oradaki kuruluş helâl gıda sertifikasını para karşılığında, masa başında veriyor. Başka türlü de o belgeyi vermesi mümkün değil, çünkü Brezilya’da helâl usulde kesilmiş bu kadar büyük miktarda sığır bulamazlar. Burada bir terslik var. Devlet yöneticilerimiz hassasiyete sahip olsalar bile, mevzuat itibariyle bu konuya giremiyorlar. Belgeyi getirdiklerinde ‘tamam’ denilmekle yetiniliyor. Ama bu belge doğru mu değil mi, sağlıklı mı, sağlıksız mı bunu araştırma imkanına sahip değiller. Zaten Türkiye’de gıdayla ilgilenen Tarım ve Köyişleri Bakanılğı, 30 bin gıda imalatçısından sadece 15 binini denetleyebiliyor, ruhsat verebiliyorlar. Bunu bizzat Bakanlık yetkilileri ifade ediyor. Bir düşünün; Türkiye’de 15 bin adet üretici ruhsat almamış, belki de bunlardan Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın haberi bile yok.
Türkiye’de 100’e yakın domuz çiftliği var. Eski Tarım Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp, bir televizyon programında yaklaşık 10 domuz çiftliği bulunduğunu, bu çiftliklerde 2 bin 500 tane domuz yetiştirildiğini açıklamıştı. Arkasından İstanbul İl Sağlık Müdürü Erman Tuncer çıktı ve şu açıklamayı yaptı: “İstanbul-Gaziosmanpaşa’da bir çiftliği bastık, sadece orada 3 bin küsur domuz yetiştiriliyordu ve biz orayı kapattık.” Bizim tespitimize göre Türkiye’de yılda 700 bin ila 1 milyon arasında domuz yetiştiriliyor.
* Bu kadar domuz gayrimüslimler için yetiştirilmediğine göre ne yapılıyor?
- Bunlar kaçak olarak kesiliyor ve sucuk, salam, sosislere katılıyor. Otellerde et ürünü olarak ikram ettiriliyor. Hatırlarsanız İzmir’de çiğ köfte skandalı yaşanmıştı. Bu çiğ köftenin domuz kıyması ile yapıldığı ortaya çıktı. Bunlar aysbergin sadece görünen kısmı. Tabana indiğiniz zaman korkunç bir gıda terörü var.
* Vahim bir tabloyu ortaya koydunuz. Anlattıklarınıza göre markaya bakarak alışveriş yapmak da doğru değil. Tüketici nelere dikkat etmeli, helâl gıdalar hangileridir?
- Maalesef ülkemizde vatandaşlar, aldıkları gıda maddelerinin önemli bir kısmında helâl-haram ayrımı yapma şansına sahip değil. Çünkü ülkemizde ‘helâl gıda sertifikası müessesesi’ henüz kurulmadı. Bu alanda çalışmalar yürütüyoruz. İnşallah bu müessese kurulursa, aynen Yahudiler’in ‘Koşer’i gibi bizim de güvenle gıda tüketimini sağlayacak bir standardımız olacak. Bu tahakkuk ettikten sonra firmalar bizden sertifika almaya mecbur kalacaklar. Çember bir uçtan kırılırsa, arkası çorap söküğü gibi gelecek ve o zaman Müslümanlar ‘helâl gıda’ sertifikasını gördükleri ürünleri marketlerden alarak sorunu çözmüş olacak.
* Peki, bu standartlar oluşturuluncaya kadar ne yapacağız?
- Ben web sitemizde de (www.gidaraporu.com) açıkladım. Müslümanların mümkün mertebe boykot mekanizmasını çalıştırması lazım. Evet, boykot ekonomiye zarar verebilir. Ama daha büyük zararlardan korunmak, haram gıda sorununu yaşamamak, sağlık bakımından rahat etmek için bu zararı göze almak zorundayız. Bu zarar gıda üreticilerinin aklını başına getirecek ve adam gibi bir ürün üretmeye başlayacaklar.
* Siz içerisinde ‘sığır jelatini’ olduğu belirtilen hiçbir ürünün alınmamasını mı öneriyorsunuz?
- Benim tavsiyem bu doğrultuda, çünkü bunun içerisindekinin ‘domuz jelatini’ olmaması konusunda hiçbir garanti yok.
* Fakat gıda sektöründe bilhassa şekerleme ürünlerinde neredeyse her ürünün içerisinde jelatin var…
- Evet, maalesef öyle. Mesela pastaların üzerinde jeller bulunuyor. Bunları almamamız gerekiyor. İçerisinde jelatin bulunan yumuşak şekerleme türü gıda maddelerinden uzak durmalıyız. Hatta bazı ünlü yoğurt firmaları maalesef çocuklara yönelik özel itina gösteriyorlar. Gayriihtiyarî insan şüpheye düşüyor; ‘bu ilginin kaynağı nedir, çocuklara neden bu kadar önem veriyorlar’ diye. Çünkü çocuklar için hazırladıkları ürünlerde çok sayıda katkı maddeleri kullanılıyor.
* Güvenilir markalar bu sektöre girdi diye sevinmiştik ama verdiğiniz bilgilerden sonra sevincimiz kursağımızda kaldı.
- Maalesef. Bir kere jelatin yoğurtlara giriyor.
* Normal evde kullandığımız yoğurtlarda da jelatin kullanılıyor mu, yoksa çocuklar için hazırlanan bu özel yoğurtlarla sınırlı mı kalıyor?
- Ev tipi yoğurtlara da girebiliyor.
* Türkiye’de sığır jelatini üretimi alanında bir tesis kurulamaz mı, bu çok mu zor? Kayseri’de daha önce bu alanda bir fabrikanın kurulduğunu fakat sonra üretim alanını değiştirdiğini biliyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
- Dediğiniz gibi Kayseri’de sığır jelatini üretmek üzere bir tesis kurulmuş. Ancak bu firma, teşvik belgesi aldıktan sonra işletmeyi kemik unu fabrikasına çevirmiş. Halbuki bu alanda üretim yapmak oldukça kazançlı. Pakistan’da ‘helâl jelatin’ üreten fabrikanın kapasitesi 3 bin ton. Bu fabrika yok satıyor. Bizim ihtiyacımız olan yıllık sığır jelatini miktarı da 3 bin ton. Fabrika kursak, bizim hinterlandımızdaki Müslüman ülkelere de rahatlıkla jelatin ihraç edebiliriz. 4-5 bin ton kapasiteli bir jelatin fabrikası gayet rahat çalışır, ekonomik olur ve malını da hiç bekletmeden satabilir. Burada önemli olan jelatin fabrikasının hammadde teminini iyi organize etmesidir. Kullanılacak hammaddelerin kesimhanelerden, kasaplardan, lokantalardan toplanması gerekiyor. Bunların hem hijyenik, hem de helâl olmasına özen gösterilmesi lazım.
* Böyle kazançlı bir alana sanayicilerimiz niçin yatırım yapmıyor?
- Bunlar tabi zahmetli işler, diğerleri ise kolay. Batılılar bir jelibon fabrikasını getiriyor, ülkemize kuruyor. Türkiye’de fabrikayı kuran sanayicilerimiz katkı maddelerini de getirtiyor. Sadece burada karıştırıp, paketleyip, kalıplayıp satıyor. Türkiye’de sığır jelatini fabrikası kurmak meşakkatli bir iş ama hakikaten bir Müslüman’ın, parası varsa, severek ve rahatlıkla yapabileceği bir görev. Böyle bir fabrika pekala Konya’da da kurulabilir. Konya müteşebbisleri İslami bakımdan daha da hassas insanlar. Bu iş oldukça kazançlı da gözüküyor. Bu alana giren müteşebbislerimizin hem sevap, hem de para kazanacağına inanıyorum.
* Üzerinde konuşulması güç bir konuda bizi aydınlattınız, teşekkür ederim.
http://www.merhabagazetesi.com.tr/arsiv/2006/04/17/g1.htm